Bir insanı analiz etmek, karakter yapısını ve hayata bakışını çözümlemek için en doğru yol, onu kendi cümleleri ve ürettikleriyle değerlendirmektir. Bu bağlamda ele alacağımız örnek; 4 Nisan 1932 tarihinde Zavraje'de (Beyaz Rusya), Şair Arseniy Tarkovsky’nin oğlu olarak dünyaya gelen, sanat yaşamı boyunca sansürün sıkıntısını yaşayan ve ölümünden dört yıl sonra 1990’da Sinema sanatına olağanüstü katkısı, evrensel insani değerleri ve hümanist düşünceli yenilikçi filmleri’ nedeniyle ‘Lenin Ödülü’ne layık görülen Andrey Arsenyevich Tarkovsky olacaktır…

Dünyanın ilk sinema okulu olan VGIK Sovyet Film Enstitüsü’ne başlamadan önce müzik ve Arapça eğitimi alan, VGIK'te Mikhail Romm'un öğrencisi olan Tarkovsky’nin gerçeklerle ruhani yaklaşımları harmanlayan yaşam yolculuğundaki ilk kısa filmi, 1960 yılında mezuniyeti için çektiği ‘Silindir ve Keman’… İlk uzun metrajlı filmiyse ‘Ivan'ın Çocukluğu’! Bu bağlamda, ‘Şiirsel Sinema’nın yaratıcısı Tarkovsky’ye göre ‘ilkler’in ne denli önemli olduğunu onun cümleleriyle vurgulamakta fayda var…

‘İlklerine bir kez olsun ihanet eden insan, hayat ile olan saf ilişkisini yitirir. Bir insanın kendine karşı hile yapması, onun filminden, hayatından, her şeyinden vazgeçmesi demektir’!

Böylesine yalın ve çarpıcı cümlelerle insan-hayat ilişkisini ortaya koyan Tarkovsky, günümüzde dijital sinema sayesinde tüketilme sürecine giren ‘sinema kültürü’yle insan arasındaki bağı da, yıllar öncesinden gelen şu sözlerle yorumluyor:

‘Ne olursa olsun, yalnızca bir meta olarak tüketilmek istenmeyen her türlü sanatın amacı, hiç şüphesiz kendine ve çevresine, hayatın ve insan varlığının anlamını açıklamak, yani insanoğluna gezegenimizdeki varoluş sebebini ve amacını göstermek olmalıdır’.

Şiirle ilişkisini, babası sayesinde perçinleyen ve ‘Ayna’ başta olmak üzere yapıtlarında onun şiirlerine bolca yer veren Tarkovsky, ‘Şiir benim için bir dünya görüşü, hakikatle olan ilişkimin özel bir biçimidir. Bu açıdan bakıldığında şiir, insanlara bütün hayatları boyunca eşlik eden bir felsefedir’ diyerek ‘Şiirsel Sinema’ya yöneliş sebebine de ayna tutuyor.

Film yapma düşüncesinin nereden geldiğinin asla unutulmaması gerektiğini vurgulayan ve bir filmin son ana kadar tamamlanmış sayılamayacağını belirten Tarkovsky, Japon şair Haiku’dan da bahsettiği ‘Mühürlenmiş Zaman’ ile bizlere, özgün yaratıcılığının kapısından içeri girme fırsatı tanıyor. ‘Zaman, insana verilmiş hem tatlı hem de acı bir armağandır’ diyen Tarkovsky, bu eserinde koca bir evreni içinde taşıyan insanın tek ilgi odağı olduğunu ve insan hayatının her zaman hayal gücünden üstün bir niteliğe sahip bulunduğunu ortaya koyuyor.

Filmlerinde ‘birlikte yaşadıkları insanlara bağlı olmalarına, yani özgür olmamalarına rağmen içlerindeki özgürlüğü korumasını bilen insanları’ anlatmaya çalışan yönetmen, Tanrı’nın varlığını betimlemeyi asla ihmal etmiyor. Karakterlerini ‘Tanrı’nın eli’yle konuşturmayı ya da rüya sekanslarıyla ilahi göndermeler yapmayı, tıpkı siyah-beyaz sahnelere olan tutkusu gibi, filmlerinin vazgeçilmezine çeviren Tarkovsky, Tanrı’ya olan tutkusunu şöyle dile getiriyor:

‘Sanat, yaratma kapasitesidir. Yaratıcının aynadaki yansısıdır. Biz sanatçılar bu jesti tekrarlamaktan, taklit etmekten başka bir şey yapmıyoruz. Sanat, Yaradan'a benzediğimiz belirli bir andır. Bu yüzden Yaradan'dan bağımsız bir sanata asla inanmadım. Tanrı'sız bir sanata inanmıyorum. Sanatın anlamı yakarmadır. Bu benim yakarışım. Eğer bu dua, bu yakarış, benim filmlerim insanları Tanrı'ya yöneltebilirse ne mutlu bana. Yaşamım esas anlamını bulacak: Hizmet etmek. Ama bunu asla başkalarına empoze etmeye kalkışmayacağım. Hizmet etmek, fethetmek demek değildir’.

Ve hizmet etmenin insanları fethetmek olmadığını, inançların zorla kabul ettirilemeyeceğini gerçekçi bir dille anlatan Tarkovsky’den kendini her şeyin üstünde gören ‘insan’ tanımına son nokta:

‘Bizim şu prensiplerimiz amma da gurur ve gözü bağlanmışlıkla dolu! Görüşlerimiz, hiçbir fikrimiz olmayan şeyler, bilgi konusunda en ufak sezgimiz bile yok, inanç konusunda, aşk konusunda umut konusunda… Bu konulardan çok söz ediyoruz, ne var ki boş konuşuyoruz. Yeterince sağlam bir dayanağımız yok, ne bağlamı biliyoruz ne de her şeyin temeli olan sistemi. Bir kavram ya da bağlamından ayrılmış bir sözcük kapıyoruz ya da bir düşünce biçimi sonra onun üzerine ardı arkası kesilmeyen bir şekilde konuşup dururuz. Sözde düşünce sürecimiz psikoterapiden başka bir şey değil, delirmemek için, ruhsal denge hakkına sahip olduğumuz illüzyonunu ayakta tutmak için uyguladığımız bir psikoterapi. Ne kadar da değersiziz’!

Tarkovsky Filmleri

Silindir ve Keman (1960)

45 dakikalık film Tarkovsky’nin mezuniyet çalışmasıdır. Tamamı renkli olan bu filminde, keman çalmaya yetenekli bir çocukla, bir silindir şoförünün hikâyesini anlatmıştır.

Ivan'ın Çocukluğu (1962)

90 dakikalık siyah-beyaz film, Tarkovsky’nin ilk uzun metrajıdır. İkinci Dünya Savaşı sırasında öksüz bir çocuğun dramını anlatan yapımda Tarkovsky, çocukluğunu yaşayamamış bir dönemin çocuklarını Ivan karakteriyle canlandırır.

Yönetmen, dünya görüşünü yansıtan bu ilk filmiyle Venedik Film Festivali'nde ‘Altın Aslan’, San Francisco Film Festivali'nde ‘Golden Gate’ ve Acapulco Festival Filmleri Festivali'nde ‘Büyük Ödül’ kazanmıştır.

Andrey Rublev (1969)

Orijinal versiyonu 205 dakika olan ancak Sovyetler Birliği tarafından sansürlenerek 165 ve 180 dakikalık iki farklı süreye çekilen film, üç yılda tamamlanmıştır. Renkli ve siyah-beyaz olan yapım, 15. Yüzyılda yaşayan Rublev’in sanat hayatındaki boş dönem üzerine kurulmuştur.

Tamamlanmasının ardından iki yıl sansürden geçmeyi bekleyen film Cannes Film Festivali’nden tüm engellemelere rağmen ödülle dönmüştür.

Solyaris (1972)

Stanislaw Lem'in aynı isimli romanından uyarlanan film, Solyaris adlı gezegeni araştırmaya giden astronotların garip davranışlar sergilemeye başlaması üzerine yollanan Kelvin’in, uzay gemisinde yıllar önce intihar eden karısı ile karşılaşmasına dayanır. Kelvin’in bu içsel yolculuğu aşk, hayat ve evren kavramları etrafında, Tarkovsky içselliğine uygun biçimde gelişir. 165 dakika, renkli ve siyah-beyaz olan yapım Cannes Film Festivali’nden iki ödül almıştır.

Zerkalo / Ayna (1975)

Çok sevdiği insanları ve onların sevgisine layık olmayışını dile getirdiği bu filmde Tarkovsky kendi çocukluk yıllarını ve yaşadığı pişmanlıkları dile getirmiştir. Bir tür otobiyografi olan yapım 108 dakika ve yine renkli, siyah-beyaz karışımıdır.

Stalker (1979)

İlk çekimlerinin Sovyet yönetimi tarafından, sansür maksatlı olarak yok edildiği söylenen bu film aynı zamanda Tarkovsky’nin ölüm sürecinin de başlangıcıdır. Görselliği ve içeriğiyle etkileyici olan bu bilimkurgu filminde, ‘Bölge’(Zone) denilen yerde mutluluk bulacaklarını sanan üç kişinin dilek odalarına ulaşma yolculuğu anlatılıyor. Yine içsel yolculuklar üstüne kurulan yapımda, en çok istenene ulaşma çabası ana tema! İdealizmle insanlara mutluluk aşılanabileceğini vermeye çalışan Tarkovsky, aslında her şeyin bir uydurmaca olduğunu vurgulamayı da ihmal etmiyor.

Nostalghia (1983)

Cannes Film Festivali’nde üç ödüle layık görülen yapım klasik Tarkovsky tarzına uygun olarak renkli ve siyah-beyaz karışımı. Sovyetler dışında çekilen bu 125 dakikalık ilk filmde, acının ve aşkın izdüşümü olan Nostalghia karakteri üstünden modern dünyanın yarattığı sancıları veren yönetmen, Tanrı’nın giderek unutulmaya yüz tuttuğu modernleşmede içi boşalan insanları ele alıyor.

Offret / Kurban (1986)

Tarkovsky’nin oğluna ithaf ettiği bu film, bireyin ölüm korkusu ve kurtarıcı olarak sunulan ‘din’ olgusu üstüne… Kendi yazdığı ve yönettiği 86 dakikalık filmi renkli yapan yönetmen, bu çalışmasıyla yedi ödül kazanmıştır. Diyalogların, diğer Tarkovsky filmlerinin aksine, yoğun olduğu yapım, Profesör Alexander ve ailesinin nükleer savaşın başladığı dünyadaki ruh hallerini ve zorda kalınan durumda sığınılması gereken ‘Tanrı’ kavramını konu ediyor.


Anibal Güleroğlu