Hastalıklar acizliğimizi tekrar hatırlayabilmemiz için bir fırsattır. Gözle görülmeyecek kadar küçük bir virüsün, son derece mükemmel korunmuş bedenimizi çok şiddetli şekilde etkilemesi Allah'ın dünya hayatındaki imtihan sanatının çok hikmetli bir örneğidir. Çünkü insanın bedenindeki savunma sistemi çok güçlü bir ordu gibidir. Hastalıklara karşı çok kapsamlı silahlarla donanmıştır. Ancak buna rağmen insan sık sık hastalanır, güçsüz düşer.

Bedene bu son derece üstün sistemleri yerleştiren Rabbimiz dileseydi insan hiçbir zaman hasta olmayabilirdi. Virüsler, mikroplar, bakteriler onu hiç etkilemeyebilirdi, ya da bu özel hazırlanmış küçük "düşmanlar" hiç var olmayabilirdi. Örneğin, ciltteki küçük bir yaradan vücuda girebilecek tek bir virüs, bedenin tamamını kısa sürede sarabilir. Teknoloji ne kadar gelişmiş olursa olsun, en basit bir grip virüsü bile çok rahat şekilde insana zarar verebilir. Tarihte bunun örnekleri çok sık görülmektedir. Örneğin, 1918'de İspanya'da yaşanan bir grip salgınında 25 milyon kişinin öldüğü bilinmektedir. Yine 1995'te Almanya'daki bir salgın ise 30 bin kişinin ölümüne sebep olmuştur. Hiçbir insan hastalıklara karşı korunaklı değildir. İşte bu nedenle de hastalıkları doğal karşılayıp, üzerinde hiç düşünmemek çok büyük bir hata olur. Diğer tüm acizlikler gibi hastalıklar da Allah tarafından özel olarak yaratılarak insana verilmektedir. Çünkü insan nefsi büyüklenmeye, kendini yeterli ya da üstün görmeye eğilimlidir. Hastalıklar insanın bu büyüklenme duygusunu engelleyen, ne derece güçsüz olduğunu gösteren önemli birer fırsattır. Bu şekilde insan, dünya hayatının eksikliğini ve gerçek yüzünü kavrayabilmektedir. Hastalıkların yanı sıra, insanın dünyada karşı karşıya olduğu tehlikelerden biri de kazalardır.

Örneğin trafik kazaları, her gün televizyonda seyretmeye ve gazetelerde okumaya alışılan olaylardır. İnsan bir gün kendi başına da böyle bir kaza gelebileceğine pek ihtimal vermez. Oysa gün içinde insanın karşılaşabileceği trafik kazalarından çok daha basit sebeplere dayalı o kadar çok olay vardır ki… Örneğin düz yolda yürürken ayağı takılıp düşen ve beyin kanaması geçiren insanları mutlaka duymuşsunuzdur. Veya evinin merdivenlerinden inerken aniden düşen ve bacağını kırıp aylarca yataktan kalkamayanları, yediği yemek nefes borusunu tıkadığı için boğulanları da. Bunların tümü çok küçük sebeplere bağlıdır ve her gün dünya üzerinde binlerce kişinin başına rahatlıkla gelebilmektedir.

Tüm bu gerçekler karşısında insan, dünyaya bağlılığının ne derece anlamsız olduğunu düşünmelidir. Sahip olduğu tüm nimetlerin, sağlığın, güzelliğin, güç ve kuvvetin aslında denenmesi için ve geçici olarak kendisine verildiğini mutlaka fark etmelidir. Daha kendi vücudu içerisinde gezen tek bir mikroba güç yetiremeyen, önündeki basamağı hesaplayamadığı için hayati tehlikeye düşebilen bir insan nasıl olur da her şeyi yaratan Rabbimize karşı acizliğini göremeyerek büyüklenebilir?

İnsanı tüm tehlikelerden koruyan yalnızca Allah'tır. İnsan kendini ne kadar büyük görürse görsün, Allah'ın dilemesi dışında kendisi için bir yarar elde etmeye veya zarardan korunmaya güç yetiremez. Allah dilerse hastalık verir, dilerse aczini hatırlatacak türlü eksiklikleri insan bedeninde yaratır. İman eden bir insan başına gelen bu tür bir olay karşısında dua edip, Allah'a yönelir ve bilir ki Allah'tan başka kendisini kurtarabilecek hiçbir güç yoktur. Böyle bir olayla onun sabrını, sadakatini, tevekkülünü deneyen Allah'ın, ahrette de kendisine en güzel karşılığı vereceğini umar. Nitekim Kuran'da, Hz. İbrahim bu konuda güzel tavrıyla ve samimi duasıyla örnek gösterilmiştir. Müminlere düşen de bu samimiyeti örnek almaktır. Hz. İbrahim'in duası şöyledir:

Bana yediren ve içiren O'dur; Hastalandığım zaman bana şifa veren O'dur; Beni öldürecek, sonra diriltecek olan da O'dur. (Şuara Suresi, 79-81)
Hz. Eyüp ise, kendisine isabet eden şiddetli bir acı ve hastalık karşısında yine Allah'a sığınmış ve bu tavrıyla tüm müminlere örnek olmuştur:
Kulumuz Eyyub'u da hatırla. Hani o: 'Herhalde şeytan, bana kahredici bir acı ve azab dokundurdu' diye Rabbine seslenmişti. (Sad Suresi, 41)
 
Ebru ALTAN