Senin benim gibi yaşayan birer canlıdır onlarda. Kokusu vardır, sesi vardır, bakışı, gülümsemesi, küsmesi, sessizliği ve hatta öfkesi vardır.
Gel şöyle uzan sahil boyuna dercesine buram buram deniz ve yosun kokar kimi zaman. Volta at, cepte paran varsa kafa çek, hele bir de sevgilin varsa “eşeklik etme ille onu da al gel!” der.

Sevecen bir esinti özlemle kucaklar sizi önce, birbirinize sokulun biraz daha dercesine içinize ürpertiler salar ve sarsarak kendinize getirir sizi. Emektar vapur düdükleri selamlar sırayla.

Tren uzaktan ıslık çalar; işi vardır, oyalanmaz pek, geçer gider yorgun yaşlı bir telaşla.

Üniversite yıllarımda en sevdiğim şeydi; Ankara’dan Bursa’ya eve dönerken önce trenle İstanbul’a gelmek ve bir günlüğüne de olsa o havayı soluyup sonra Bursa’ya geçmek. Evet, özellikle trenle, çünkü trenlerinde ruhu vardır kentler gibi, otobüslere ya da uçağa benzemezler. Gara girer girmez bambaşka bir canlıyla karşılaşırsın sanki, bir kere o yapışkan çığırtkanlar yoktur, sigara dumanı yoktur, itiş kakış, koşuşturma, zorla içeri buyur eden esnaf, hiç biri yoktur…

Otobüs garlarındaki o çürüyen toplum manzarası tren garlarında en aza iner. Trenin ağırbaşlı tavrı doğrudan insanlarada geçer. Acelelik sakinliğe, gürültü patırtı bir huzura dönüşür. Vagondaki yerini bulup yerleşince de bir dinginlik yayılır bedenine tepeden tırnağa…

Tren hızını alınca kompartımanların sarsıntısıda ritmini bulur, tahta beşiğinde sallanan bir bebeksinizdir artık. Tüm gıcırtılarıyla, akıyorsunuzdur kampana kampana, dere tepe, dağlardan, bozkırdan, kasabalardan ve insanların gözlerinden oluşan bir düşler denizinde.

Cam kenarı ise olmazsa olmazımdır, üç kere teyit ettiririm biletimi alırken. Bu nedenlerle 200 km hızla giden bir treni sevebileceğimi hiç sanmıyorum, kesinlikle onunda ruhu yoktur. Körleştiren, sağırlaştıran bir hız sizi yüzeyselleştirir, algıyı düşürür, içe bakışınızı dahi kör edebilir.

Eski bir And yerlisi rehberin yol boyunca ikide bir mola vermesine karşılık Avrupalı gezginlerin “geç kalıyoruz” demesi üzerine, “çok hızlı gidiyoruz, ruhlarımız geride kalıyor, beklemeliyiz” deyişindeki o sarsıcı bilgelik geliyor aklıma. Doğruydu, yaşam varılmak istenen hedef değil, yol boyunca yaşadığın anların toplamıdır aslında. Bir hızlı trende ruhlar seni trene bindiğin anda bırakırlar ve indiğin anda yeniden karşılarlar.

Haydarpaşa’ya geldiğinizde çok konuşmuş iki yolcu gibi artık sıkılmışınızdır birbirinizden, Ankara Ekspresi’yle vedalaşma vaktiniz gelmiştir. Her şey tadında bırakılmalı, öğrenci kredisiyle aldığım Zenit 12XP’mle Haydarpaşa’da dinlenen dostumun bir fotoğrafını çekerim ve sessizce ayrılırım ondan. Vedalaşmalar hiç bana göre olmadı oldum olası.

Tuncay TEMİZ