Fantastik öğeleri bünyesinde barındıran gençlik ağırlıklı yapısıyla ‘Ragnarok’, Norveç’in şirin kasabalarından olan ve Folgefonna buzulunun yakınında bulunan Odda’da çekilmiş bir dizi. Fiyortların kenarındaki bu kasabanın adını dizide ‘Edda’ şeklinde değiştiren kurgunun en önemli özelliği de bu mükemmel doğa yapısından geliyor zaten. Tabii mesajcılığı da!
Şöyle ki; Kasabaya tepeden bakan Trolltunga(Troll Dili) kayalığının da bulunduğu bölge dünyanın varoluşuna dair mitolojik özelliğinin yanı sıra hızla eriyen buzullarıyla da önem taşımakta. ‘Ragnarok’un içeriği de bu doğrultuda ilerliyor nitekim. Konuyu çok derine inmeden özetleyecek olursak…

“Yeni Çocuk”, “541 Metre”, “Jutulheim”, “Ginnungagap”, “Atom Numarası 48” ve “Evet, Bu Ülkeyi Seviyoruz” isimli bölümlerden oluşan ilk sezon, baş kahramanımız Magne ile ailesinin Edda kasabasındaki baba ocağına gelişiyle başlıyor.

Büyük kentte yaşam zorunluluğundan kaynaklanan bu mecburi göç ile ilk mesaj gösteriyor kendini. Norveç’teki yaşam koşullarının hiç de güllük gülistanlık olmadığını ortaya koyarak ilk mesajını veren dizi, abur cubura, çikolata-gofrete ve hazır yemeklere düşkün anne figürüyle de iki oğluna tek başına bakmak durumundaki bir kadının içine düştüğü ruhsal bunalımı, sorumluluktan kaçma arzusunu gösteriyor bize en gerçekçisinden.

Karakter yapılandırmasının ve canlandırmaların ülke profiline çokça uyduğu dizide ayrıca bu başlangıç evresinde karşımıza konan bir diğer mesaj, çocukların eğitim sürecinde hayli yanlış yorumlamaya sebep olup sorun yaratan disleksi konusunda! Öğrenme bozukluğu olan ve zekâ geriliğiyle kesinlikle ilgisi bulunmayan disleksi, Magne karakteriyle gösteriyor yüzünü. Dizideki okul tablosu, çocukların eğitimi için yüksek performans sarf ettiği söylenen ve yarattığı sisteme övgüler dizilen Norveç’te durum gerçekten de böyle mi diye düşündüren türden. Yani gayet rahat bir sistemi eğitim için uygun gören Norveç, özel durumu olan öğrencilerine karşı ne derece ilgili? Dahası, ödevlerdeki fikir özgürlüğü nereye kadar? Kervancının develerini ürkütene kadar mı? Zira dizideki tabloyla oldukça eleştirel bir bakış açısı sunulmakta bu konuda.

İçinizdeki gücü fark edip dışa vurmak için bazen bir dokunuş yeter dercesine, Magne ile mitolojik tanrı olayını bağdaştıran dizide Norveç’e dair bir başka eleştirel mesaj, Norveç’teki her kasabanın bir büyük fabrika çevresinde konuşlandığı yönünde. Kurallara uymak adına kendi çocuğunu bile gammazlama noktasına ulaşan aile yapısının iticiliğiyle karşımıza çıkartılan dizide, kasabayı besleyen bu fabrikaların sahiplerinin orayı yönetenlere de hükmettiği gerçeği dillendirilmekte. Yani fabrikaların sahibi olan zengin aileler, eğitim-sağlık kurumları dâhil, kasabanın da sahibi oluyor ve istediği gibi at koşturabiliyor denmekte… Ki bu durum, içlerindeki kötülüğü dış görünüşleriyle ve yardımsever duruşlarıyla kamufle etmeyi başaran Vidar ve ailesi aracılığıyla resmedilmekte bölümler boyunca.

Öğrenci değişimi sistemiyle gelen yabancı öğrencilere ayrımcılık kokan mantıkla yaklaşan öğretmenin ‘Birbirinizi tanırsınız’ tarzı ifadesi üstünden, Norveç’teki yaşam ve eğitim standardını gerçekçi yansımalarla ele alan dizinin asıl odaklandığı mesajcılığa gelince… Dünyayı tehdit eden çevre kirliliği ve buzulların hızla erimesindeki endüstriyel atık faktörü!
‘Neden musluktan akan suyu içemiyoruz da şişe suyu alıyoruz’ diye sorgulayan… Norveç’teki iklim değişikliğine ve buzulların hızla erimesine dikkat çeken… Fabrikadaki çalışma koşullarından dolayı hastalanan işçiye sigortanın tazminat ödememesiyle sosyal güvence sisteminin yanlılığını gösteren ‘Ragnarok’, bu noktada cesur bir çevreci kesiliyor açıkçası. Doğayı ve dolayısıyla insanlığın geleceğini korumak için mücadele veren çevrecilerin her zorluğu ve engellemeyi göze alırken hayatlarını ortaya koydukları gerçeğine vurgulama yaparak ilerleyen dizi, geçim kapısı olarak görünen fabrikaların atıklarıyla nasıl büyük bir tehlike teşkil ettiklerini aktarıyor ilk sezonunda. Dahası bu gerçeği, kadim kötülükle harmanlayan kurgu, dünyaya zarar veren devlerle mücadele etmek için normal insanların bireysel çabasından ziyade, tanrısal güce ihtiyaç olduğunu ima ediyor bize.

Norveç kasabalarındaki emniyet güçlerinin fakirlerin başına gelen olumsuzlukları derinlemesine araştırmak yerine geçiştirmeyi ve dosyaları çabucak kapatmayı seçtiğini düşündüren bir gelişimle çevreci kız Isolde’nin başına gelenleri işleyen dizide, gelişmiş ülkelerde soruna dönüşen zehirli atıkların az gelişmiş ve gelişmemiş bölgelere yollandığı gerçeğine de yer verilmiş halde. Anlayacağınız Norveç’in dıştan görünmeyen gerçekleri ‘Ragnarok’ta dillendirilmiş!

SONUÇTA; Bilinçlendirici mesajcı yapısıyla öne çıkan ve Norveç’in gerçeklerine dair bir kurgu imajı yaratan ‘Ragnarok’ tüm bu özellikleriyle sıradan bir dizi olmanın ötesine geçmeyi başaran, sıkılmadan izlenebilecek ilginç bir iş.
Grönland’daki bir buzulun 15 yılda 100 metre eridiğini düşünürsek… İskandinav mitolojisinin kıyamet unsurlarını aklı havada olmayan ciddi bir gençlik tablosuyla harmanlayan ‘Ragnarok’taki mesajcılığın gerçekçiliği çok daha etkili olmakta kuşkusuz. Keza bu kasabadaki kurgusal yaşam standartlarına bakıp kıyaslayarak, davulun sesinin uzaktan tatlı geldiği gerçeğini de anımsamak mümkün.
Diyeceğim o ki, mitolojiye-fantastik öykülere meraklı olanların yanı sıra kurguların hayali dünyasından gerçekçi mesajlar bekleyenler için, günümüz dünyasının karşı karşıya kaldığı sorunlara ilaveten, İskandinav ülkelerinin içyüzünü hissettiren ‘Ragnarok’ biçilmiş kaftan!
Ucu açık biten ilk sezonun devamı seneye gelir mi? Hep birlikte göreceğiz.
Anibal GÜLEROĞLU
www.twitter.com/guleranibal