Tarihin Röntgencisi’ne Zaman’sız Bir Okuma
(Bedri Baykam 2013 Sergisi)
 
 

Olayların ve imgelerin hızına yetişilemediği, kalıcılık duygusunun neredeyse silindiği, üretilen her şeyin sindirilmeden tüketildiği çağda elbette tarihle ve kendi tarihiyle de hesaplaşmasıdır insanın aslolan. Tarih şimdiye göre belli bir zaman uzaklığında orada öylece sabit duran bir şey değildir. Bedri Baykam “Tarihin Röntgencisi” adlı son dönem çalışmalarıyla hem kendi sanat tarihiyle hesaplaşma hem de yaşanılmış daha önceden yapılmış olanı bu günün bilinciyle yeniden yorumlama suretiyle kişisel tarih yazımını oluşturmuştur.  
 
 
Demoiselles d’Avignon Forever
 
Ve perde aralanmıştır artık, aynalardan ağan gök hem kendine hem de olan bitene kırılmışken ışık tam ortasındaki figürü simsiyahi yalayarak geçer. En sağdaki figürün bir ucundan yakaladığı tül ile simli perde arasındadır aslında olan biten. Kırmızı simli perdenin şehvani yakıcılığı hayata doğrudan bir göndermedir.  
 
Aynalara yansıyan görüntü de tablonun içine dahil haliyle şimdiden, şu andan ve hatta tablonun izlenilir olduğu gelecekteki her zamandan Avignonlu Kadınlar’ın zamanına geçişin vurgusudur.
 
En soldaki figürün tüm bedenini saran nakışlı body-çorap, örtülü çıplaklığa gönderirken izleyiciyi, diğer yandan ve figürün bir ucunu eliyle tuttuğu örtülü çıplaklığının yarısını örten tülün, neyi örttüğü sorusuna da izleyiciye fırlatmaktadır. İzleyicinin idrakine ters ama doğrudan hamlelerle giren çıkan bu görüntüler aynı zamanda her türde yeme iştahını kamçılar, ne de olsa sehpadaki tabakta duran meyveler orada bir yüzyıldır duruyordur. Simsiyahi figürün siyahîliğini pekiştiren iştahlı bir sarı etek giymiş olması da zamana bağlı olarak iştahi nesnelerin de değişebileceğine gönderme yaparken, tabloya gelecek zamandan bakıldığında içinden geçtiğimiz ana dair durum tespitidir de. Ne de olsa bu çağda siyahlar daha sekssist algısı yaygınlaşmıştır.
 
Figürlerin dahil olduğu mekana, çağa ve coğrafyaya ait malzemelerin eklemlenmesi de bir hesaplaşmayı getirmektedir.
 
Perde ve ayna biri gizler, diğeri sunar, perdenin arkasında mıyız, aynanın önünde mi?
 
 
“Beni Ne Cüretle 2011 Yılında Bir Resmin İçine Yerleştirirsin Bedri? Hangi Cüretle?
 
Düşünmeye tersinden başlamak gibiydi bu, tam da tersine çevirmek olan biteni. Soru şuydu gerçekte, insanın ve eşyanın hareket ve davranışları değişirse resim bu değişikliği kabul edecek miydi?, etmeyecek miydi? Etmezse ne olacaktı? bu sorunun cevabı aranmalıydı.
Ve Marchel Duchamp’ın tablonun içine giriverdiği andan itibaren olup bitmeye başladı her şey. Renkler birbirinin içine, içine içeriden gelen bir duyarlılıkla sızdı, hem de kendi yoğunluklarını korumaya çalıştı. Duchamp’ın bütün dünyayı şaşırtan o meşhur hamlesine, yüz yıl sonrasından verilen ve şaşırtmacası zihinlerimizde belki yüzyıl çınlayacak olan bir hamleydi bu. Tablonun üzerinden ağan kırmızı şiddetini soruya yönelterek karşılığını pekiştirdi.
 
“How Dare U!”
 
Bir yanıyla omurgayı, diğer yanıyla ağacı andıran farklı yönlere dal ve kolları uzayan sağda yer almış amorf imge, Duchamp’ın dördüncü boyutu arayan çalışmalarına bir gönderme çağrışımına yöneltiyor izleyiciyi aynı zamanda. Belki de üzerinde durduğumuz kendimizi ait hissettiğimiz yer geçirgen, zamanın ve mekanın da geçirgenliği iç içe. Yeşil koyu kahveye, kahverengi pembeye, pembe griye, gri sarıya sızıyor. Belki de böyle. Ama geçmiş mutlaka siyah, Farklı zaman katmanlarındaki renklere oturtulmuş olsa bile Duchamp kararlı siyah. Bir de silinen zamanın eskittiği lekeler var, oradalar şimdi ve burada. Aklımızı sıkı sıkı silkeleyen soru göze fazla ışın gönderecek canlılıkta, kırmızı ve mavi.
Tuvalin alt orta kısmında gri asfaltlaşmış tortu, hala yıkamadığımız üst üste bindirdiğimiz ikonaklast geleneğin ya da expresyonizmi aşamamışlığımızın birikintisi.
 
Duchamp ne kadar zamandan beri tuvalin üzerinde olduğunu düşünüyor olmalı piposunu içerken, mutlak bir boyut ve zaman hesaplaması içinde olduğu keskin siyahi duruşundan ve bakışından anlaşılıyor. Yine burada da bir yüzyıl öteden tabloya dahil edilme durumu ile, tablonun izlendiği zamandan dahil edildiği zamana uzayan bir atlama da izleyicinin kafasını meşgul ediyor.
 
Duchamp çalışmalarını ironik isimlerle güçlendirirken yapmak istediği ikonaklast olanı yıkmaktı, pisuardan başlayarak. Bedri Baykam şimdi aynı hamleyi ona göndererek
 
“Beni Ne Cüretle 2011 Yılında Bir Resmin İçine Yerleştirirsin Bedri? Hangi Cüretle?”
 
Basit açıklamalara geçit vermeyen bir sorgulama yapıyor.
 
Marchel Duchamp şimdi burada mı?
 
 
Andre & Elisa Surrealist Passion)
 
Andre daha gerilerden belki uzak geçmişten resimde bize daha yakın mesafede duran Elisa’ya bakıyor. İkisi de bize bakıyorlar ama Andre aynı zamanda Elisa’ya da bakıyor. Elisa’nın tabloda yer aldığı konum itibarıyla Andre’yi görmesine olanak yok. Belki hissediyor. Onların aşkı resimlendi artık, şimdi buradalar bir tuvalin yüzeyinde. Ve şimdi burada bizimleler bizim tanıklığımızda. Bu yüzden bu tutku tarihe geçti. Andre ve Elisa bir metnin içinden bize bakıyorlar, bir mektup olmalı bu geçmişten, kavuşamamaktan şimdiki zamana ve tuvalin yüzeyine uzayan bir mektup.
 
Yazılar Baykam’ım resimlerinde her zaman resmi tamamlayıcı, sarsıcı, yapısallaştırıcı, soru çınlamarını çağrıştırıcı ana elemanlar. Burada da Andre ve Elisa şimdi ve burada oluşlarını yazıya borçlular, tutku ve buradalık yazı ile tutuklu kılınmış…
 
Tutku gerçekten öldürür mü?
 
 
Love for Rent
 
Bacaklarını masum bir dekolte ile ortada bırakan mini etek ve göğüslerini belirginleştiren ipek bir bluz giyen ve yatağın üzerinde oturan, eski zaman magazin dergilerinden bir genç kız bize oradan öylece bakmaktadır. Belli ki fahişe ya da playboy kızı.
 
Tabloda iki farklı zaman katmanının üzerinden aşma durumundan söz etmek mümkündür, kızın üzerine iliştirilmiş çocukluk fotoğrafından hareketle izleyici kızın bulunduğu andan geriye ve hayallerine bakışı görmeye çalışırken diğer yandan kızın şimdiki zamana, zaman ile değişen kiralık olana bakışı. Diğer yandan hesaplaşma yüzleşme, fotoğrafta çocuk diz boyu şortuyla ve beyazlığım masumiyeti içinde. Ve kızı “Love For Rent” sokağına bağlayan zincir, aynı zamanda şimdiki zamana da bağlayan zincir. Her şey kısır bile değil, kısırlığı baştan kabul etmiş bir döngü gibi.
 
Adem ve Havva’yı -kadın ve erkeği- temsile ardı ardına dizilmiş gibi duran aynı zamanda bütün bir kitleyi andıran soyut figürler, kırmızı, mavi. Adem ve Havva aitmiş gibi göründükleri mekanda sabit değiller, mekana ya gökten iniyorlar ya da yerden bir delikten zıplıyorlar…Mekan genellikle yeşil ve belki cennet tasviri. Bu tasvirin arkasında kalan alan koyu ve karanlık bir rüya gibi. Sol yandan tablonun içine dahil olan ve diğer renklerle birbirine geçen kırmızı eskimiş, güneşe tutulmuş kan gibi… Solmuş ölgün kırmızı, yer yer eskimiş kırmızı…
 
Yukarıdan uçan birkaç leyleğin haykırdıkları görülür gibi: Hiç hoşlanmadım aşkın kiralık olmasından!
 
Bir fırfır gibi giz dolu kıvrımların içinde değişen sadece zaman mı?
 
 
Aklımı Emzir
 
Sarışın bir kadın başı, şapkalı. Sanki soylu. Kuştüyünden yuvarlak oluşturulmuş bir çerçeve içine alınmışlığı soyluluğunu kanıtlar gibi. Kuştüyü çerçeve genellikle siyah. Araya birkaç renkli tüy serpiştirilmiş.
 
Çalışmanın birkaç fraklı katmandan oluşan yapısı var. Sol üstten tabloya dahil olan mavi ve pembe, pembeye pekişiyor. Ortadaki, etrafa parçacıklar saçan gri imge belki aklı, belki zihni ya da zekâyı, belki de beyni imliyor. Fonda kemikleşmiş alanlar var.                                                                                                            
Kahve kızıl görünen bu alanlar muhakkak ki üzerini örttüğümüz tortular. Yüzleşmediklerimiz. Arkada kalan siyah beyaz, sephia fırça iniş çıkışları öndeki siyah imgeden fırlayan şiddetli beyaz ve şiddetli sarı ile sarsılmış. Yine aklın sıkı sıkı sarsılması bu. Sağ öndeki siyah imge öylece olabildiğince siyah ve akıl çatlamalı, şiddetli çıkışlar.
“Gale my shades” vurgusunun altında patlayan turuncular akıl patlamaları, aslında belki de delilik. Bu da bir ters soru gibi. Belki de her şey bildiğimizin tam tersi, öğrendiğimizin tam tersi.
                        
Tablonun adı Jack Kerauac dizesinin Ataol Behramoğlu çevirisi.
 
Aklı sağaltmak mıdır aslolan, birazcık deliliğin kime ne zararı var?
 
 
Doğru Zamanda Doğru Yerde
 
Deniz kokusu gelir gibi, hatta tuz ve yosun kokusu. Timsah avına doğru ilerliyor, avı suyun altında ama su berrak yüzeyden görülebiliyor, timsah suyun neredeyse tamamen üstünde. Su bir kara parçası gibi o anda timsah için. Timsah ve avı doğru yerde mi? Kuşbakışı bakınca; evet… Zaman imgenin gerçekle yer değiştirdiği, gerçeğin imgenin zamanını çaldığı boğulma zamanı. Resmin izlendiği her zamana kadar timsah ile avı arasındaki gerilimli ilişki – ki bu imge ile gerçek arasındaki gerilimli ilişki - devam edecek.
 
Gerçek bir timsah deniz dokusu verilmiş tuvale bir nesne olarak yerleştirilmiş.   İmgenin bu çağda hızdan daha hızlı gerçekleştirebileceği gerçekliği bu olmalı. Bedri Baykam imgeye önemli bir sıçrama yaptırarak, ona izin vermeyerek resimsel gerçekliği nesnel gerçekliğin ötesine taşımıştır. Aynı zamanda karşımızda duran seyirlik olan şey doğanın bir parçası değil, bir resimdir. Bu izleyiciyi metaforla açıklanabilecek bir yorum yüzeyine baktırır.
 
Değişen dünya koşullarında özellikle imgenin değişiminin ivmesi, hızın hızla artan ivmesinin altında kaldığından imge arsızlaşmıştır. Bu arsızlaşmada ya yalın ve açık olanın daha yalınını en yalınını keşfetmeye ya da kompleks ve kapalı olanın daha karmaşığını aramaya gidemezse sanatçı, gerçek sanat üretisinin alanını, yapay ruhların üretisine bırakmak durumu ile karşı karşıya kalınacaktır. Bedri Baykam imgenin düştüğü bu durumu erken fark edip, son dönem çalışmalarında sıklıkla imgeye nefes alacak durum bırakmamıştır; gerçek, nesne olarak tüm çıplaklığıyla tuvaldeki yerini alır.
 
 
İmgenin değişiminin ivmesi hız çağında hızın hızla artan ivmesinin altında kalırsa ne olacak?
 
 
Akıl Denizdir
 
Ortada denizci halatıyla çevrelenmiş, duvarları alçıdan yapılmış bir yapay deniz imgesi. Evren mi deniz? deniz mi bizi zaptedebilir? denizci mi denizin hakimidir?
 
Aklımızın içinde kaç denizci yüzmektedir, aklın halatlarını kim elinde tutar?,… Gibi pek çok soruya ve sorgulamaya götüren bu çalışma yerde sergileniyor. Ayna önünde duran bir kadın fotoğrafı da tabloyla ilişkilendirilmiş, hep bir denizci beklenir ya, ya da denizci açılır ummana yolu beklenir ya.
 
Ve sol üstte eski Hitit Yazmaları var. Onlar keşfe çıkılan yeni adaları, yeni uzak ülkeleri simgeliyor, aklın adalarına da açılan yolculuk bu. Yolu ve yolculuğu uzun, hatta uzak aşırı. Yapay denizin içi bataklık gibi, kirli gibi, irin rengi gibi. Ve denize akan koyu kırmızı kan… 
 
Halatın bir bölümü tuvalde aklı imleyen denizi çepeçevre sararken, bir bölümü de tuvalin dışında. Bu da doğrudan aklın dışsal kuşatmaların etkisini oluşunu imler. Hangisi daha derindir sorusu gelebilir izleyicinin aklına; Akıl mı? Deniz mi? İster içinden ister dışından bakalım halatın çevrelediği iç denize, aklımızın iplerini elinde tutmaksa bu, yukarıdaki gibi soruların cevabını ararken buluruz kendimizi.
 
Çünkü şairin dediği gibi “Denizin bütün suyu düşünsel bir kan lekesini yıkamaya yetmez”.
 
Akıl mı büyük, deniz mi? Akıl mı derin, deniz mi? Akıl mı kirli, deniz mi? Akıl mı üstün, deniz mi? Akıl mı esintili, deniz mi? Akıl mı çalkantılı, deniz mi? Akıl mı daha mavi, deniz mi?, ?, ?, ?
 
 
Kirli Savaş
 
Çocuk giysisini tuvale bırakıp oyuncaklarını mı toplamaya gitti? Ölmeden önce bir kez olsun bu saçılan oyuncakları toparlayıp oynamak, bir rüyanın gerçek olmasına inanabilmek arzusu gibi.
İlk bakışta göze geliveren tuvale nesne olarak yerleştirilmiş, canlı renkli çocuk giysisi. Ve ortalık çocuk avazından beter toz duman. Dumanın yaydığı bol gri tuvalin ortasını tümüyle kaplamış. Sağ alt köşede yıkımın enkazını görmek mümkün. Yukarıdan şeker renginde bombalar yağmaya devam ediyor, çocuk şeker yemek ister ve hatta şeker kağıtlarından oyuncak yapmak da isteyebilir, o zaman iki kat ölüyor. Savaş en çok çocukları etkiliyor. Savaş masumiyetin en saf halini çocuğu da şehvani bir açlıkla yutuyor.
 
Tabloya asılı çocuk kıyafetinin yeni alınmış görünümü, belki bayram, belki çocuk için özel bir günün kutlanması. Ve hediyesi savaş!
 
Sol yanda resimdeki renk dengesi için kullanılmış olan ve figürü imleyen sarı ve onun önünde şapka çıkarmışçasına duran kuşkanadı zifir imge aslında gerçek hayatta dengesizlik dizgesini komuta eden erki imliyor.
 
İnsan iyileşecek mi?
 
 
Galatée  ( Annibale Carracci’ye Atıf)
 
16. Yüzyıla ait
Her şey birbiriyle hem dışsal hem içsel ilişkili. Biz dahil olmadığımız hatıralarına bakarken figürler yalın ilkel halleriyle bir vecd ya da orgazm halindeler, sanki bir mağaranın içindeler aynı zamanda bir dere kenarında, mağaramsı dokuyu oluşturan kabuk farklı doku kesitleri oluşturan kolajlardan oluşmuş. Nehir ya da göl kenarını çağrıştıransa, mağaranın olduğundan olması gerektiğinden daha aydınlık renkler. Ve melekler her zaman uçar, yere indiklerinde de kanatlarını hiç kapatmazlar.
 
Tabloya dahil olan bu parçalar zaman zaman ressamın diğer renk arayışlarının olduğu çalışmalarından kesilip eklenenlerle birlikte bir döngüyü anlatır gibi. Küçük desenlerden ve izlerden büyük desenlere ve izlere geçiş aynı zamanda doğadan insana, insandan doğaya devam eden insanlığın U dönüşü. Öte yandan sanatın mağara devrinden bu yana geçirdiği evreleri de çağrıştırıyor bu dış kolaj döngü. Tarih ile şimdi arasında ve gelecek zaman arasında bir döngüdür de.
 
Gök tertemiz, bulutsuz, masmavi değilken şimdiki zamanın kaosu daha büyük meleğin oku sadece aşka fırlatma geriliminden.
 
Mağara resminin Mezolitik Çağ’a, ekspresyonizmin empresyonizme, kübizmin, ekspresyonizme, stüasyonizmin kübizme,... üstünlüğü yoktur, aralarında hem ilişki hem fark vardır, bu ilişki ve fark insanın varoluşundan bu yana biriktirilegen ve içinden geçtiği toplumun varoluş durumları içinde düşünüldüklerinde hem şimdiki zamandadırlar hem de burada. Bu yüzden Munch ya da Kokoschka'nın Van Gogh'a ya da Malevich'in Picasso'ya,... üstünlüğü yoktur. Birbirlerini aştıkları bu çerçeveden bakınca iddia edilemez. Hepsi de kendi dönemi için buradadırlar, içinden geçtiğimiz şu anda.
 
Bedri Baykam’ın Anniballe Carracci’ye üstünlüğü var mı?
 
 
Yaşasın Muhafazakar Sanat
 
Çırılçıplak üç kadın tuvalin tam ortasında soyut ve soyunuk olarak öylece dans ediyorlar, biri mavi, diğeri kırmızı, bir diğeri sarı… Kadınlardan biri siyah dantel külotunu çıkarıp tuvalin bir köşesine iliştirivermiş. Boyanmış yüzeyin içine yerleştirilen balyozlu figür, kolajlandığı alandan çıkmak üzere amade. Külotun sahibi her an bir aymazlıkla karşı karşıya gelebilir…
Resme adını veren ironik slogan, harfler tuvali dolduracak büyüklükle yazılmıştır.
 
Bugün sanatın muhafazakâr düşünce ve ahlak anlayışına indirgenmek anlamında hızla göçmeye uğratıldığı sanatçının ve sanat üretisinin olabildiğince tırpanlandığı duruma doğrudan göndermedir. Ahlakın yerine etiği koymayı bir türlü beceremeyen bu coğrafyadaki erk kendi paradoksuna kendi düşmüş olmakla, örtülü olmanın daha erotik olduğu pazara yataklık ederken, sanatta çıplaklığı bahane ile kaba bir hışımla ve saldırganlıkla sanatın ve sanatçının üzerine yürümektedir. Söz konusu bu durumun doğrudan okunması da tablo üzerinden mevcuttur. Dantel külot vajinayı örten bir giysi parçasıdır ama çıplak vajinadan daha dişidir, daha erotiktir, daha entrikacıdır.
 
Çıplak beden hangi korkusunu çağırır ki erkin?
 
 
Ve perde kapanmamalıdır artık…
 
Uyuklatan mükemmelliğe ihtiyacımız yok diyen çalışmalar karşımızda. Bir sanatçının zamanın içinden geçerken biriktiregeldiği ve evrene sunduğu çalışmalar…
 
 
Zeliha DEMİREL
 
16 Ocak 2013