Gelişim potansiyelini her geçen gün daha da artırarak insanlığın önünü açan ‘teknoloji’, kuşkusuz modern dünya için önemli bir güç. Özellikle bilgi toplumunda sağladığı faydalar oldukça fazla. Tabii doğru kullanıldığı ve yapıcı hedeflere odaklanıldığı takdirde. Bunun için de teknolojiyi insan zekasından soyutlamamak lazım. Nitekim ölümü, yaşamdaki değişim aracı olarak gören Steve Jobs da ‘Kişisel bir bilgisayar, zekamızın bir parçası olarak bize destek olan araçtır’ sözüyle vurgulamış bu ayrıntıyı.
 
Yararlarının yanı sıra sayısız tehlikeler barındıran teknolojinin günlük yaşamdaki en güçlü varlığıysa, internetle-telekomünikasyonla kendini göstermekte kuşkusuz. Hayatımızın büyük bölümünü kapsayan bu teknolojik gelişimler bizleri aynı anda pek çok şey yapabilecek konuma getirirken, ulaşması zor yerlere-bilgilere erişimi de sağlıyor.
 
Öte yandan insanları kölelerine çevirirken samimiyeti-masumiyeti ötelediği gerçeği gün gibi ortada olan teknolojinin özellikle yeni nesil için farklı bir yaşam anlayışı geliştirdiği de bir gerçek. Bilgisayarlar, tabletler, akıllı saatler ve telefonlar... Bağımlılığa dönüşmüş halde.
 
Hal böyleyken teknoloji odaklı yaratılan ve içeriğini bilgisayarların-cep telefonlarının kamerasından bakarak yansıtan filmlere her geçen gün daha çok ilgi gösterildiğinin altını çizmek lazım. Nasıl ki, vizyonda yerini alan ‘Missing/Kayıp’ da bunlardan biri. Gelin birlikte kısaca göz atalım teknolojinin ‘KAYIP’ yansımasına...
 
 
 
KLAVYE BAŞINDA ‘KAYIP’ ARAYIŞI
 
2018 yapımı ‘Kayıp Aranıyor/Searching’ filminin bağımsız devam filmi olan ve Sev Ohanian ile Aneesh Chaganty'nin hikayesinden yaratılan ‘Kayıp/Missing’, salgın dolayısıyla aksayan çekimlerini tamamlamanın ardından prömiyerini Sundance Film Festivali’nde gerçekleştirmişti. Şimdi de sinemalarda. ABD’deki gösteriminden olumlu eleştiriler alan yapımın yorumuna geçmeden önce içeriğine kısaca göz atacak olursak...
 
Birlikte yaşadığı annesiyle ilişkisini sorunlu görerek tipik ergen tavırları sergileyen ve annesinin erkek arkadaşıyla tatile gitmesini pek hoş karşılamayan June’un klavye başındaki ‘kayıp’ arayışı olarak nitelendirebileceğimiz film, 2008 yılındaki bir baba-kızın kamera çekimiyle açılıyor. Dağ evinde burnu kanayan babayla yaşanan son aile gezisi kaydının ardından babasını kaybetme yoksunluğundaki June’un annesiyle yaşadığı ortamdaki anne-kız çekişmesine yönelen akış, her yaşananı bilgisayar ya da facetime üstünden aktarıyor seyirciye. Ancak bu hikayede teknolojinin asıl devreye girişi, erkek arkadaşıyla tatile giden annenin ‘kayıp’ durumuyla ortaya çıkıyor. Zira annesinin yokluğunu fırsat bilerek partileme moduna geçen June’un dijital iz peşine düşerek ‘kayıp’ arama aksiyonu çoğunlukla internet aramalarıyla gerçekleşirken filmin tüm kareleri de bu ortamdan aktarılıyor bizlere.
 
Kısa içerik tanımımızdan da görüleceği üzere ‘Kayıp’, kendinden önceki ‘Kayıp Aranıyor/Searching’ filminin aktarım tarzını kullanırken tam tersi bir arayış öyküsü sunmakta. İlk filmde kayıp kızını arayan bir babanın bilgisayardan iz bularak kızına ulaşma çabası işlenmişti. Buradaysa annesi kaybolan bir kızın klavye başındaki kayıp arayışı mevcut.
 
 
 
Peki, tamamen bilgisayar ekranından ve akıllı telefondan sunulan June’un dijital dedektifliğinden açığa çıkan mesajlar neler?
 
Öncelikle ergen kesime hitap gücü oldukça fazla olan filmin, interneti çok iyi kullanırken duyguları öteleyen genç kuşağa yönelik mesajcı bir yönü olduğunu vurgulamakta fayda var. Bu noktada annesinin ‘Seni seviyorum’ mesajına emojiyle karşılık veren June’un ‘kayıp’ olayı sonrasında gelişen pişmanlığı başarılı ve ölçülü bir uyarı niteliğinde.
 
X kuşağının teknolojideki göreceli geriliği ve Y-Z kuşağının hızına ayak uydurmaktaki zorluğu da filmden yansıyan detaylardan. Nasıl ki, orta yaşa gelenlerin whatsapp merakına karşın facetime becerisinin pek iyi olmaması bu bağlamda mizahi sahnelerle örneklenmekte.
 
‘Kayıp’ta dikkat çeken bir diğer ayrıntı, internetin kişileri yanlış bilgiye odaklama, hedef şaşırtma potansiyelinin yüksekliği! Bu durumda da kuşkusuz kişinin zekası ve sorgulama yeteneği giriyor devreye. Anlayacağınız kötü niyetlilerin tuzağına düşmemek için internetteki her bilgiye körükörüne inanmamak lazım diyor ‘Kayıp’.
 
Yanı sıra günümüzde yaşanan olayların internete düşmesiyle birlikte olumlu-olumsuz yorumların peşpeşe sıralanması... İlgi çekici yaşanmışlıklara dijital platformların anında üsüşüp, insanlarını başına gelenleri umursamadan buralardan kendilerine çıkar sağlama fırsatçılığı gibi saptamalarla teknolojinin farklı yüzleri de filmin alt metninde.
 
 
 
UBER misali servislerin güvensizliğine dikkat çeken yapımda bir başka mesaj, Kolombiya gibi ülkelerde turist olarak bulunmanın riskleri! FBI’ın yetersizliğine, dilomatik girişimin ağırlığına işaret eden filimde ayrıca internetten doldurulan formların yerine ulaşma riski de gösterilmekte.
 
Keza ‘Kimse iz bırakmadan kaybolmaz’ diyen filmde insanların her yaptıklarını sosyal mecralarda paylaşmalarının yanlışlığı farklı saptamalarla yer almakta. Yer bildirimlerinden konum takibinin kolaylığı... Google geçmişindeki arama kayıtlarının araştırmalardaki yeri... Güvenlik kameralarına, PC’lere istenildiğinde rahatlıkla erişilebilineceği... Hesapların şifrelerinin kırılabileceği gibi bilinen ancak önemsenmeyen gerçekler de klavye başında ‘Kayıp’ arayışının öne çıkan söylemlerinden.
 
Ve gelişimini teknolojiye dayandırıp temeline ‘aile bağları’ kavramını oturturken aslında aile içinde sırlar olabileceği ve çocukların ebeveynlerini yanlış anlayabileceği gerçeğinden yol alan senaryoda bir alt metin mesajı, aile bütünlüğünü bozup kötü sonuçlar doğuran ‘erkek şiddeti’ üstüne! ‘Ah erkekler ah’ diyelim...
 
 
 
SONUÇTA; Teknolojinin ‘Kayıp’ yansımasında heyecan dozu yüksek olmamasına karşın gerilim ve gizem farklı anlatım tarzına sahip.
 
Senaryo, teknolojiyi aşırı iyi kullanarak annesini bulmaya çalışan June’un bu arayışını gereğinden fazla pratiğe indirgemiş olsa dahi yapılan dijital dedektiflikte derine indikçe ortaya çıkan sorularla gelişen süreç ustalıkla yönetilmiş. Dahası eleştirel mesajları bıktırıcı olmadan yapılmış. Böylece seyircinin sıkılmadan izleyebileceği bir iş konmuş ortaya.
 
İnsani duyguları teknolojinin bir tık üstüne çıkartarak finale giden ‘KAYIP’ filmiyle ilgili yazımızı noktalarken son söz John F. Kennedy’den gelsin... ‘İnsanoğlu, hala tüm bilgisayarların en alışılmadık olanıdır’.
Anibal GÜLEROĞLU