İyi insanların başlarına gelen kötü şeyleri araştırıp gerçekleri anlatmaya soyunmak zor iş. Kolay kolay göze alınabilecek bir konu olmadığından ya zarar gören iyi insanın çok yakını olmak ya da aptal cesareti gerek.
Kimileri sadece adaletin yerine gelmesini sağlamak ve masumları kurtarmak adına bu zoru başarmaya girişseler de, onları buna teşvik eden asıl olgu şöhret ve bol para dürtüsü. Tabi buradaki girişkenlik de bir noktaya kadar. Öte yandan şahsi beklentilerle riskleri görmezden gelip olaylara dalanların o noktadan sonra başa açılan beladan paçayı sıyırabilmesi de çok mühim. Ki bu gerçek hayatta olduğu gibi korku-gerilim filmlerinde de çoğunlukla mümkün değil!

İlhamını, ‘The Ring’ filmini izleyen C. Rober Cargill’in gördüğü kâbusa borçlu olan ‘Lanet/Sinister’ filmi bu imkânsızlığı kendi tarzında sergileyenlerden.
Fikir babası C. Rober Cargill’in eleştirmen olması sebebiyle filmleştirilmek için uzunca bir süre bekleyen ve yönetmen Scott Derrickson’ın katkısıyla hayatageçirilen öykü, ilk kitabının başarısını yeniden yakalamak isteyen bir yazarın bilinmeyenle dansı.

Dört kişiyi havaya kaldırmaya gücü yetmeyecek kalınlıktaki bir dalın kesilişini ve ona bağlı olan insanların asılış görüntülerini açılış sahnesine uygun gören ‘Lanet/Sinister’, 10 yıl önce en çok okunanlar listesine girmenin tadını alan, ancak bu performansı bir daha gösteremeyen Ellison Oswalt, karısını ve iki çocuğunu hiçe saymasıyla gelişir. Yeni kitabına içerik sağlamak için açılıştaki suçun işlendiği eve taşınan Ellison, tavan arasında bulduğu Süper 8 filmlerini izledikçe nasıl bir belaya bulaştığını anlar ama nafile…

Her korku filminde rastlanan korkutma tekniklerini kullanan ‘Lanet/Sinister’, bu rutine karşınişleniş açısından kendine has özellikler sergilemekte.Seri katil sapkınlığındaki cinayet gerilimini, farklı isimlerle kaydedilmiş filmlerin fantezisinde yaşatma vahşiliğinin yanı sıra her biri kendi havasında bireylerden oluşan aile olgusunun da üstünde duran bir yapıya sahip.

Korkunç şeyler hakkında yazmaya heveslenirken, olay mahallinde her an korku içinde yaşayan Ellison karakterinin zayıflıklarıyla korkunun derinliğini yakalayan yapım başlangıçta iyi gidiyor. Ancak, Bughull denen ve ‘çocuk ruhlarıyla beslenen tanrı’ gibi yaratıcılıklarla Babillere kadar uzanınca fazlasıyla sığlaşıyor. Tabi bununla paralel olarak mantık kavramı da adım adım sıfırlanmaya doğru yol alıyor.

Her ne kadar korku filmlerinde mantık aramak gerekmese de seyircinin konuya adapte olması için öykünün belli bir oranda bütünlük göstermesi beklenir. Yoksa ortada sadece ürkütücü karakterlerin ‘ööö, böö’ demesi, bir görünüp bir kaybolması kalır ki bu da lunaparktaki korku tünellerinden öte bir anlam ifade etmez. Burada durum bu derece olmasa da anlamsız yerleştirmelerle zedelenen bütünlükte mantık kalmadığı gibi, pek çok cevapsız soru da doğmakta. Mesela en basitinden katliam olayları neden 60’lı yıllarda başlıyor? Katliamlar neden filme çekiliyor? Yoksa Bughuul denen tanrı korku filmleri piyasasına yatırım mı yapıyor? Amaç Super 8 nostaljisi yaşatmak mı? Sorular… Sorular… Sorular. Cevap, herkesin kendi içinde. Zira filmde olmadığı kesin.

Pek çok yetersizliğin gözlemlendiği filmin işlenişine gelince… Yük, içkiden medet uman Ellison ve defalarca oynatılan Super 8 filmlerinin üstünde. Dengesiz bir kişilik olarak karşımıza çıkan Ellison, Ethan Hawke ile başarılı bir şekilde can buluyor. Zaten onun oyunculuğu da olmasa ortada bir şey kalmayacak. Fakat bu durumun dezavantajı, Ellison yoğunluğunda yan karakterlerin zayıflığının daha çok açığa çıkması.

Aşırı sakinliğiyle atmosfere uymayan anne… Gece nöbetleri geçirmesi çok doğal karşılanan ve ‘Mama’ filmindeki küçük kız benzeri gerilim yaşatan bir oğlan… Ve resim hevesini duvarlara çizmekle geliştiren tuhaf bakışlı bir kız. İlaveten adını duyurmak isteyen ‘Bilmem kim’ polis memuru ile yapaylıkta tavan yapan bir danışman uzman. Ellison’u desteklemek yerine onun varlığından yaratılan korkuda anlamsızca sırıtıyorlar.

Korkunun ötesinde ‘Lanet/Sinister’in asıl özelliği, polis güçlerinin cinayet ve kayıp vakalarında derinlemesine araştırma yapmak yerine görünen basit kanıtlarla olayları rafa kaldırmayı tercih etmelerini kınayan bir söyleme sahip olması. Fakat bu fazlasıyla bilinen gerçeğe dair mesaj da, gelişmeler ve finalden dolayı, olaylara Fransız kalan polislerin haklılığıyla ters düştüğü için anlamsızlaşmakta.

Tüm bu eleştirilerin ışığında geriye ses patlamalarının, karanlık atmosferdeki görsel efektlerin ve bodrum yerine seçilen tavan arasının ürkütücülüğü kalmakta. Yine de değişik bir yorum olarak korku meraklılarının ilgisini çekebilir.

 
Anibal GÜLEROĞLU