Star TV ekranlarında yaz dizisi olarak boy gösteren ancak izleyicinin beğenisini kazanarak kış sezonunda da yer bulan ‘Benim Hala Umudum Var’, aldığı yüksek reytingler bir yana ekrana kazandırdığı Şükrü Özyıldız’ı parlatmasıyla da dikkat çekiyor.

Yeni sezonun başlamasıyla yayın saati ve günü değişerek Perşembe akşamları ikinci kuşağa yollanan dizideki performansıyla oyunculukta kendini ispat etme gayreti her halinden belli olan Özyıldız, vizyondaki ‘Neva’ filmine bakılırsa sadece televizyonda değil beyazperdede de yer edinmek isteğinde.

Sinemadaki iddiasının ilk adımı olarak ‘Neva’da Ilgın karakterini canlandırmayı seçen Özyıldız, başrolü paylaştığı Başak Parlak’la birlikte sancılı bir aşk hikâyesini yorumlamakta.

Senaryoda da imzası bulunan yazar Ilgın Olut’un üniversite yıllarında yaşadığı aşkını anlattığı aynı adlı romanından uyarlanan ‘Neva’, aslında bir anlamda ‘Benim Hala Umudum Var’ı da çağrıştırmakta.
Yazarının iç dünyasını benimsetmeye hedefli anlatımıyla, 2000 yılında Dünya Aktüel Ödülleri En Çok Satan Roman Ödülü’nü alan romanı ne derece layıkıyla yansıttığı tartışmalı olan filmde, kadınlar arasında gönül gezdiren bir erkek iken aynı üniversitede öğrenci olan Neva’ya bir görüşte vurulan Ilgın karakteri, tüm yükü üstlenmiş durumda.

Nasıl ki, dizide Ozan mutluluğu yakalamak için çaba harcıyorsa burada da Ilgın karakteri hem sevdiği kadınla mutlu olmak istiyor hem de onu yerli yersiz kıskançlıklarla daraltıyor. Ona bu yoğun ama git-gelli aşk öyküsünde eşlik eden Neva ise ‘Benim Hala Umudum Var’daki Umut benzeri, baba sevgisinin özlemiyle yetişmiş bir kız havasında.

Ancak buradaki kadın karakter ruhsal açıdan çok farklı. Yaşına oranla içinde büyük boşluklar ve yalnızlık duygusu taşımakta. Öyküye melodram özelliği katan da, Neva’nın yeri doldurulamayan sevgi ve mutluluk arayışı zaten.

Seyirciyi, ‘Geçmişin sorgulanması gerekir mi’ noktasına kilitleyen yapımda mutluluğun ve aşkın ancak ‘güven’ ortamında yaşayabileceği, aksi takdirde sevginin geldiği gibi bir anda yitip gideceği ve ardında yıllar boyu unutulmayacak bir acı bırakacağı mesajı yoğunlukta.

Özünü, duygusal çatışmaların ve ayrılığın hüznünden yaratan ‘Neva’, bundan dolayı tam anlamıyla hayatın içinden ve kolayca benimsenecek bir konu. Özellikle de duyguları akabildiğine özgürce yaşama dönemindeki gençler tarafından.

Ne var ki, romanına sözümüz yok ama ‘Neva’ bir film olarak tüm bu hassas algıları izleyicide uyandırmak için yeterli güce sahip değil. Çoğu uyarlamada karşımıza çıkan olumsuzluklar burada da mevcut. İlk etapta da kimi zaman masal prensesi gibi sunulan Neva’nın duygularının ve dolayısıyla kadınların iç dünyasının aktarım sorunu çıkıyor karşımıza.

İlk günlerin ‘cicim’ sarhoşluğunda, lay lay lom bir çizgide ilerleyerek artık kanıksanan hoş bir tablo çizen film, sorunların baş gösterdiği ve asıl üstünde durulması gereken yerde kestirmeden ilerlemeyi tercih ederek, altı doldurulamamış bir savuşturmaya dönüşüyor.

Eski sevgilinin havada kalan varlığı, yan karakterlerin durumu kurtarmak için oluşturuldukları havası ve sorgulamalarla altı çizilen hislerin göze batıcılığında, romanın aksine tüm duygular yapaylaşıyor adeta. Ne içinde fırtınalar yaşayan Neva’nın benliğiyle bütünleşebiliyoruz, ne de Ilgın’ın kadın kavramına yaklaşımıyla…

Şiirsel akış, hoş müzikler bile bu hisleri yeterince algılamamıza katkıda bulunamıyor. Neva karakterini canlandıran Başak Parlak, mutluluğun hüzünle karıştığı bir ürkeklikle bakmasına bakıyor ama film kendisini fazlaca suskun bıraktığından, Ilgın’a karşı hislerini seyirciye yeterince inandırıcı biçimde aktaramıyor.

Sanki sinema filmi değil de bir dizi havasında işlenen yapımda acaba bu suskunluk ‘gerçek olamayacak kadar güzel’ şeklinde tanımlanan Neva’nın ‘Gerçek aşk tüm sözlerin ve eylemlerin üstündedir’ mantığına mı dayanmakta? Hani bakışlarda bu acılı ve sancılı aşkın büyüklüğünü yakalayabilsek bu da kabulümüz ama…
Keşke uzun bakışmalarla, çocuk oyunu gibi sevgi sahneleriyle vakit geçirmeye yönelik dizi mantığından kurtulunabilseydi, demekten başka söylenecek söz kalmıyor bu noktada.

Bunun dışında, ‘Bütün mutsuzluklar birbirine benzer oysa her mutsuzluğun kendine özgü bir hikâyesi vardır’ diyen Tolstoy’un sözüyle yola çıkan ‘Neva’nın mutsuzluğunun arka planına da tam anlamıyla inebilmek mümkün olmuyor. Bu konuya yeterince değinilmemesi de, filmin romanı gibi derin olamamasında çokça etkili.
İki gencin büyük(!) aşkının arasındaki sancıyı ve sebebini ıskalayarak sadece aşk perişanlığına odaklanan filmde, ‘Neye ve niye katlanıyor’ düşüncesini doğuran Neva’nın ‘Sende hiç merhamet yok mu’ derecesinde silikleşmesi… Ilgın’ın ‘Psikopat mı’ sorgulamasına neden olan yersiz ve bana göre abartılı çıkışları… Nihayetinde sürpriz final.

Hani ortada kayda değer bir sebep yokken, memnun mesut yaşamak dururken tabiri caizse bir bardak suda fırtına kopartılmasının sebebi nedir diye soracak olanlara karşın şahsi varsayımım: ‘Tüm bunlar, zorlu eğitim ve nöbetlerle özel yaşamları baskılanmış doktorların deforme benliklerinden kaynaklanıyor olabilir mi acaba?’ yönünde…

Bunun ötesi, ‘Benim Hala Umudum Var’dakinden çok daha fazla kendini gösterme fırsatı yakalayan Şükrü Özyıldız’ın içinde yer aldığı sorunlu bir aşk hikâyesi! Kitabı gibi gözyaşı garantili değil ama…

 
Anibal GÜLEROĞLU

www.televizyongazetesi.com