Çoluk çocuğa karışılmış ve bu yüzden kuralları sil baştan yazılmış bir dünyada, kültür sanat faaliyetleri ne kadar takip edilebiliyorsa, ben de o kadar ağırlık verebiliyorum sinema, dizi ve bilumum sanat etkinliklerine... Niyetim bu hafta yazı olarak, seyretmeye yeni başladığım masalla gerçek arası enteresan dizi 'Once Upon A Time'ı yazmaktı... Ama günlük koşturmacam arasında karşıma 3. Bergama Fotomaratonu çıktı ve yazımda o nefis etkinlikten bahsetmeden geçmek istemedim...

Çünkü fotoğrafın diliyle bir şeyler anlatmaya çalışmak demek, aslında gerçekliği masal tadında anlatmakla eşdeğer bir anlama karşılık geliyor... Gerçek hayat olanca hızıyla ve umursamazlığıyla akıp duruyor ve siz dâhil önüne neyi katarsa, sürükleyerek fırlatıp atıyor geçmişin buzdolabı sıcaklığındaki acı hatıralar koleksiyonunun içine... Siz de sanki derin dondurucudan çıkardığınız o unutulmaz lezzetleri zamanı geçmiş bile olsa, yine eski güzel hatıralarıyla anımsayabilmek için, mikrodalga fırında çözüp sofraya tüm ayarlamaları yapılmış fotoğraflar tadında koyuyorsunuz... Sonra geçiyorsunuz başına, bir güzel yemeye başlayıp, eskiden onunla nasıl koşup oynadığınızdan ve nostaljik tatların ne derece unutulmaz tatlar olduklarından bahsedip duruyorsunuz...
İşte, 'Once Upon A Time'ı izlemeye başladığımda, çocukluk lezzetlerin üzerine, yetişkinlik yılgınlıkları serpilmişçesine bir tat aldım ister istemez... Ama ne olursa olsun, bu duygum diziden hoşlanmama engel olamadı... Külkedisi, Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler ve aklınıza gelebilecek her masal kahramanı, dizinin başrol oyuncusu durumunda...

Spoiler olarak algılanmaması için daha çok ayrıntıya girmiyorum... Ama şunu sorsam size, acaba aklınızdan ne gibi düşünceler geçerdi... 'En sevdiğiniz ve en çok kendinizi bulduğunuz masal kahramanı, gerçekliğimizde sıkışıp kalsa ve mutlu sonunu bir daha hiç gerçekleştiremeyecek olsa, tepkiniz nasıl olurdu?.. '
Size verebileceğim en büyük tüyo sadece bu olabilir dostlarım... Eğer hala masallara inanıyor ya da gerçek hayatın bütün vahşiliğine rağmen inadına inanmak istiyorsanız, bence ' bir varmış bir yokmuş ' diye söze başlayarak, gerçekleştiremediğiniz hayallerinizin ya da yolunu kaybetmiş kahramanlarınızın rehberliğine bu harika dizi ile soyunabilirsiniz...

Benim diziyi izlemeye başladığım günler, Bergama Fotomaratonu'nun zamanına denk geldi ve eski yarışma fotoğrafları eşliğinde seyretmeye başladım 'Once Upon A Time'ı... Baktığım her fotoğrafta, başta bahsettiğim o masal lezzetindeki tadı aldım ve geçmişten aklımda kalan her güzel anın tadının, bilinçaltımızda ya renkli bir fotoğraf ya da kısa bir klip olarak kaldığını anladım...

Belki güçlü fotoğrafik zekâmın bana oynadığı çocuksu bir oyundu bu, ama dostlarımdan dinlediğim hatıralarda da aynı türden izlere rastladım ve masallarla fotoğraflar arasında bir ilişki bulunması konusunda ikna oldum... En azından bizde bıraktığı etki bu masalsı düşünceye inanmamı sağladı...

Zaten inanmakla kesinlikle bilmek arasındaki fark da buna benzer bir şey değil mi?.. Tanrımıza inandığımız zaman bile, O' nun eşsiz varlığını, ' gönül gözümüz ' ile de tasdik etmiyor muyuz?.. Masalların da varlığını gönül hoşluğumuz ve hayal sarhoşluğumuzla imzalayarak hayat hikayelerimizin içine davet ediyoruz biz bütün fani insanoğulları...

Yani bir kendinden geçme durumu hakim her iki inanma türünde de... Tanrımızın masal büyüleyiciliğindeki yaratım etkinliği ve masalların kendi kendimizin Tanrısı olmamaızdaki belirleyici hatta baskın olan reddedilemez gücü, bence peşine düşüp umutsuzca bir yolculuğa başlamamız açısından aynı kapıya çıkarıyor hepimizi...

Neyse, çok dağılmayalım sonu gelmez düşlerimizin peşine düşüp... Diziyle ilgili olarak bir kaç not daha ekleyip, kararı siz değerli okuyucularıma bırakayım... Bir kere dizinin oyuncuları son derece başarılı... Hele hele Dr House' un isyankar, kabına sığmaz ve aykırı Dr. Allison Cameron ' u, gerçek adıyla Jennifer Morrison yok mu, her bölüm harikalar yaratıyor...
Ayrıca benim de kahramanlarımdan biri olan Pamuk Prenses ya da dizideki karakterleriyle Mary Margaret Blanchard ve Snow White olarak arzı endam eden, dünyalar tatlısı Ginnifer Goodwin, dizinin ağır toplarından... Bir de kötü karakter olarak bir isim var ki, hiç sormayın derim...

Herhalde SGU Stargate Universe' i bilmeyeniniz yoktur... Oradaki saplantılı Dr. Rush, gerçek adıyla Robert Carlyle da, karakterinin inebildiği kadar derinlerine inip, insan doğasının farklı yüzlerinden pasajlar sunarak, dizideki birçok önde giden karakterden rol çalıyor çarpıcı sahneleriyle...

'Once Upon A time'ın benim için en baskın yapan ve onu beğendiğim yapımlar arasında en ön sıralara taşıyan özelliği ise tek kelimeyle nefis kurgusu... Tanrım, her masal birbirleriyle bu kadar mı usturuplu bağlanır ve aynı anda iki klasik masal, günümüz görüntüleriyle bu kadar mı vurucu anlatılır?..

Bence OSCAR Ödüllerinde, Emmy'dekinden ya da Altın Küre' dekinden farklı olarak, 'Filmlerle Yarışan En Olağanüstü Kurgu' diye bir alt ödül kategorisi belirlemeliler ve her sene bu ödülü 'Once Upon A Time'a vermeliler... O nasıl bir senaryo ve birleştirme mahareti, dilim tutuluyor her defasında izlediğimde...
Uzun lafın ortası, kısaca ve özetle, beni sadece bir sezonda avucunun içine alıveren 'Bir Varmış Bir Yokmuş'umun yorumu analizi işte böyle... Tercih size kalmış dostlarım... Seyredip seyretmemek sizin bileceğiniz bir şey... Bakalım her bölümde, içinizdeki çocuğun üstündeki ölü topraklarını temizleyip, onu ayağa kaldırmayı ve koşturup oynatmayı başarabilecek misiniz?..

Sevgi ve Saygılarımla...

Fırat ÖÇAL
Hayat ve İnsan - www.hayatveinsan.com
Hayatı ve İnsanı Anlatan Ciddi Yazılar