Gün gelir eskileri hatırlar ve o keyifli anları yeniden yaşamak istersiniz… Bazense onların kendilerini hatırlatma zamanı gelmiştir ve bilirsiniz ki eskiler sizi ziyaret etmeden gitmeyeceklerdir… Bende iz bırakan klasik seri filmleri işte bu kriter eşliğinde dönem dönem yeniden seyrediyor ve üzerimdeki etkilerini kaleme alıyorum…

Önceki izleyişlerimdeki izlerle karşılaştırıp, sonuç olarak sinema maceramın nereye doğru seyrettiği konusunda az çok fikir edinmiş oluyorum… Her iki türlü de istediğimi alabiliyorum yeniden izlemelerimden ve filimler uğruna harcadığım onca saati boşa tüketmemiş oluyorum…
Bazen ben anımsıyorum izlenme zamanlarını ve filmlerin bir kaç önemli yerindeki detay bana, ya o anın temsil ettiği temayla ilgili sonraki yazacaklarımda ilham kaynağı oluyor ya da bendeki başka ilginç düşünceleri tetikleyip kendimle ilgili hiç fark etmediğim önemli sırlarımı keşfettiriyor…

Bazen de büyük bir gizemle zihnime düşüveriyorlar ve sanki önüme açılıveren bir hazine haritası misali, kafalarına göre iz sürdürterek bana buldurmak istedikleri şeyi, sanki kendi rızamla gerçekleştiriyormuşum gibi düşündüre düşündüre bir güzel tüm seriyi izlettiriyorlar…

Uzun lafın kısası, geçenlerde bıkmadan usanmadan ve yine yeni yeniden sardığım ‘Bourne’ serisinin başına da bu bağlamlar eşliğinde oturdum ki o oturuşumda o iki seçenekten hangisinin beni koltuğuma mıhlayıp esir ettiğini 3. cüsüne geçtiğimde de henüz anlamamıştım…
Bildiğiniz gibi ‘Bourne’ serisi, ilk filminden üçüncüsüne kadar bedeninizdeki adrenalin havuzunda olimpiyat madalyası kazandırtmak istercesine tempolu ve dur durak bilmez bir heyecan kasırgası içinde akıp geçiyor… İnanın, her saniyesinden, normal, sıkıcı ve rutine bağlanmış hayatlarımız içinde hayat öpücüğü lezzeti almaktayım hala…

Serinin son filmi ise, bu sefer bende sanki ilk üç filime bir saygı duruşu yapıyormuş etkisi uyandırdı… Hoş, onda da tempo, koşturmaca ve yeter düzeyde adrenalin bulunmakta ama nedense GDO katkılı bir filim izliyormuş etkisinden kurtulamıyorum her defasında ve son film olarak ilk 3’lemenin yanına yakıştıramıyorum…

Her neyse diyelim geçelim… Gelelim serinin genelinden bu sefer bende kalan etkinin ne olduğuna… Bu sefer de ‘ geçmişini arama ‘ ipucuna takıldım elimde olmadan ve düşüncelerimizle eylemlerimizin attığımız her adımda bizi kendimize yabancılaşacak derecede ne kadar değiştirdiğini düşündüm…

Yoğun duygu, düşünce ve eylem bombardımanı altında, ağır çekim bir hayat temposu içinde yaşasak dahi, gelen her uyarıcı bizi hesaplayamadığımız muazzam ve muhteşem bir matematik formülünün içine hapsediyor ve eğer hakkını verip analizini gerçekleştirebilirsek, hayatlarımız hakkında karar verme ve onu yönlendirebilme ayrıcalığını kazandırıyor…
Evet, Bourne bir katil olmak için eğitilmiş ve çevresindeki her uyarıcı onun için saniye saniye değişen o eşsiz formülün hayatta kalma şifreleri gibi adeta… Ve birini bile ıskalasa ya birilerinin oyuncağına dönüşecek ya da ister istemez daha iyi hesap yapan öbür kusursuz katil tarafından zevkle öldürülecek…

Ünlü filozofumuz sevgili Sokrates, ‘ İnsan doğası gereği iyidir ve asla bile bile kötülük yapamaz ‘ mı demişti… Bir an tebessümle hatırladım benim canımın içi eşsiz ve bahtsız filozofumu… Saflığımız koruyarak bir çocuk olarak kalsak belki haklı bulabilirdim kendisini, ama çoğumuz içimizdeki çocuğun katili olarak büyüyüp birer yetişkine dönüşüyoruz…

‘Bourne’ serisi de, bunu bir kere daha serdi bütün çıplaklığı ile önüme ve doğamız hakkında derin derin düşündürttü o manyak ötesi tempoda akıp giden deli dolu filmler eşliğinde… Hiç bir zaman değişmeyeceğiz, dönüşmeyeceğiz ve evcilleşmeyeceğiz di mi biz?..
Bize başka kiralık katillerce öğretilen, sözde masum ama özde katledici yalanlarla, yaptığımız her bize ait olmayan davranış ile önce kendimize yabancılaşarak içimizi öldüreceğiz ve alışkanlığımızdan vazgeçmeyerek önümüze çıkan her çocuk ruhlu Tanrısal varlığı, yalan varlığımızla silindir gibi ezip sindireceğiz…

Lütfen zahmet edip de kimse reddetmesin ruh cinayetlerini… Önüme çıkan her kendini kaybetmiş zavallı ruhta görebiliyorum kanlı izlerini… Bu ‘ seri ‘ katliamların şifrelerini çözebilmek için illaki Sharlock Holmes olmaya gerek yok günümüz modern ötesi dünyamızda…
Sadece aynada gözlerinin içine baksınlar ve benim 3 buçuk yaşındaki biricik oğlum Rüzgârımda gördüğüm kıvılcımı görmeye çalışsınlar… Eğer en ufak bir ateş parçasına dahi rastlamıyorlarsa, muhatabım değildir hiçbiri, buyursunlar hancı hanına yolcu yoluna…

Sevgi ve Saygılarımla…

Fırat ÖÇAL
www.hayatveinsan.com – Hayat ve İnsan ( Hayatı ve İnsanı Anlatan Ciddi Yazılar )