Aslında özü itibariyle bana ait olmayan bir hikaye idi ‘ Abraham Lincoln : Vampir Avcısı ‘ nın anlattığı şey… Geri planda Amerikan Kuzey – Güney Savaşı ve sahnede küllerinden yeniden doğmaya çalışan taze bir ülke… Sanırım filmle ilgili olarak asıl ilgilendiğim unsur, bugüne kadar hep sempati ile yaklaştığım vampirlerdi…
 
Hele hele bir de onları gözünü kırpmadan hunharca öldüren karakter, Abraham Lincoln olunca, antenlerimi misli misli açmış bir halde buldum kendimi… Çünkü yıllardır, tarih kitaplarında Amerika Birleşik Devletleri’ ni sıfırdan alıp yeniden yaratan ve bugün dünyanın en önde gelen ülkelerinden biri yapan adımları attıran efsanevi kişilik olarak tanımıştık O’ nu…
 
Yalan yanlış da olsa, tarihi böylesine  sil baştan yazmaya çalışan filmleri, oldum olası çok sevmişim ve her açıdan sempatiyle karşılamışımdır… Öyle ki, bu özel yapımlar yaratıcılığın sınırlarını zorlamakla kalmazlar, tamamen Tanrı olmaya soyunur ve ona inanmaya hazır bir çok tutkun tarafından da fazlasıyla kabul görürler…
 
İşte, benim de sinemadan anladığım şey budur tam olarak… Çünkü didaktik, öğretici, belgesel anlamda çekilmeye çalışılmış filmler, tarih sahnesinde olup bitenlerin tekrarından başka nedir ki Allahınız aşkına… Sınırları ite kaka zorlayan, hatta üşenmeyip o sınırları bir zahmet yeniden çizmeye çalışan filmler olmasaydı, nolurdu biz gerçek keyf düşkünü beyazperde tutkunlarının içler acısı hali…
 
O zaman aynı sıkıcı ve kitaptan baka baka ders anlatan beylik hoca olmanın ötesine geçemeyen sinemacılarla birlikte, eski usulden oflaya puflaya ders işleyip durur, eğer sıkıntıdan patlamadan hayatta kalmayı başarabilirsek, düzeni bozacak her hareketimizden sonra, ha bire falakadan dayak yiyerek ağzımızın payını alırdık…
 
Yani efendim uzun lafın kısası, hikayenin özü ile alakam olmasa da, pek sevdim ‘ Abraham Lincoln : Vampir Avcısı ‘ filmini… Her şeyden önce, yukarıda da anlatmaya çalıştığım gibi, kendi kendisinin Tanrısı olmaya çalışan bir amaçla donatılmıştı: Gerçekle alakası olmayacak kadar yanlış, ama kurgunun ‘Everesti‘ olmayı isteyecek derecede cüretkar ol…
 
Bir film beni buradan yakalamayı başarmışsa, zaten arkasının çorap söküğü gibi gelmesi de son derece doğaldır… Keza, bu sefer de aynı mutlu son ile bitti nadide filmimiz… Çünkü, sinema sizi gerçeklikten çekip çıkarmayı başaracak derecede etkiliyorsa, ulaşmak istediğiniz şey tek kelimeyle gerçekleşmiş demektir…
 
Bunu sağlayabilmek için, her şeyden önce, birbirini yap bozun parçaları misali kusursuzca tamamlayacak senaryo adımlarını atmanız, bu aşamadan sonra onları hiç olmazsa kararında oyunculuklarla boyamanız ve en sonunda da ses ve görsel efektleri amblaj olarak bir o kadar daha kusursuz kullanmanız gerekecektir…
 
‘Vampir Avcısı‘ bütün istenilenleri yerine getirmenin ötesinde, benim gibi bir vampir sempatizanını da evcilleştirebilmeyi başararak, neredeyse onların düşmanı bir anti – vampirci gibi düşünmeye itebildi… Dünyayı bir de düşmanlarımın gözlerinden görerek, nerede durduğumuzu daha iyi kavrayabilme imkanına kavuştuk…
 
Daha ne diyeyim, tek kelimeyle deşifre ediyorum kendimi… Evet, filmi bir okul piyesi düzeyine indirerek, toptan reddetmeye çalışanların aksine, gerçekliği yeniden yaratma cesareti taşıdığı, sizi alıp götüren keyif dolu, akıcı bir senaryoya sahip olduğu ve orta karar da olsa usta işi oyuncuları aratmayacak derecede başarılı bir kadrosu bulunduğu için,’ Abraham Lincoln : Vampir Avcısı‘nı  herkese öneriyorum…
 
İşte, herkese inat beğendiğim filmin kendisi kadar etkileyici fragmanı… Buyrun buradan yakın…
 

Fırat ÖÇAL ( Hayat ve İnsan )

www.hayatveinsan.com  - Hayat ve İnsan ( Hayatı ve İnsanı Anlatan Yalansız Ciddi Yazılar )